Kimekler

Tanım
Kimekler, Yimek veya Yemaek, (Çince: 基马克 veya 基馬克, jīmǎkè),(Koreanpronunciation: jemɛk ) İrtiş Irmağı kıyıları ve Altay Dağları arasında 11. yüzyılda Kıpçak boyu ile birlik devleti içinde yaşamış olan Mançurya kökenli bir Kore kökenli bir kabiledir. Mançurya'nın güneyinde Liatung yarımadasın'da yaşamışlardır. M.Ö 108'de Çin kaynakların'da Gojoseon devletinde ortaya çıkmışlardır. M.Ö 37'de kurulan M.S 648'de Tang Hanedanlığı devrinde yıkılan Koguryo devleti'nin batı bölgesinde bulunmuşlar ve Tang Hanedanlığı'nın saldırılarına karşı (Koguryo-Tang savaşları) Koguryo devletini savunmuşlardır. Kimekler Koguryo olarak tanınır.
Her ortaçağ tarihçisi Kimeklere Kimek derken, Kaşgarî Yemek demektedir. Öyle ise, Kimek/Yemek/Yemeak okunmasında ve yazılmasında bir fark yoktur (ya da Kaşgarî neden “Yemek” yazdı?)
Kimek oluş efsanesinde İrtiş Nehri’nde ortaya çıkan (börü) ejderha (ki uslu bir ejderdir) (Cirlot, 1962; J. Chevalier, 1969) bu bezek Türk mitoloji kavramlarına uymaz. Çin ve Japon mitolojisine özgüdür (Ögel, 1948).
Kumanlar Kimekler'in devamıdır.
Yemaek dili Mançurya kökenli Buyeo dil ailesine aittir.


M.Ö ikinci yüzyılda Japon Koguryo boyu, Kore yarımadasını geçerek Moğol topraklarına vardı. Koguryolar pirinç ekicileri ve balıkçıydılar. Uzun zaman burada yaşadılar. MS ikinci yüzyılda ise onları atlı savaşçılar olarak görüyoruz. Yanlarına akrabaları olan Puyolar'ı almış onlarla adeta öğür olmuşlardır. Geçen zaman içinde Orta Asya geleneklerini tamamen sogurmuşlardı (absorbe). Samurai, Not(1)Toner (Türkçe), Not(2)Comutatus geleneklerini öğrenmişlerdi. Ölen beylerini kurganlara gömüyorlardı. Ülkeyi ikiye bölüp, Doğuya yükünüyorlardı. Çin İmparatoru Vang Mong zamanından sonra (MS 30) Çinlilerin ve Hsien-Pi’lerin (serbie) baskınlarına dayanamayıp Liatung yarımadası'na bölgesine göçtüler. Orada gene kendi akrabalarından Kimeak’ler (Hui-Moya) ile üçlü bir federasyon kurdular. Bu federasyonun ilk icraatı Lalong şehrini almak oldu. Bu utkunun sonucunda güçlenen federasyon kendi içinden Sillaların ardından Kore’de Pyon, Hona Kara ve Minama adlı başka devletler kurdular (kara sıfatı Türkçedir, halklar ve devletler için kullanılır).
Belli ki bu federasyonu kuranların üyeleri salt güce sonsuz inanıyorlardı.
İki yüz yıl sonra Çin, Mançurya’da Han Hanedanı’nı kurdu (MS 642). Tahtı gasp eden Ur Gap Somun adlı biriydi. Tahta geçer geçmez iki yüz kadar soyluyu öldürdü. Çelişkilidir ama bu sırada Koguryo’nun elleriyle yaratığı Silla devleti Somun’un tarafına geçti. Japonya’dan Koguryo askerlerine destek bölükleri gönderildi ise de durum değişmedi. Çin, Koguryo federasyonunu öyle bir ezmeye başladı ve Koguryo ordularını Hunlar üzerine hücum etmeye zorladı halk ve ordu bu duruma isyan etti. Bunun üzerine Koguryo askerlerinin kumandanı Çinli vali isyancıları teker teker öldürmeye başladı. Dehşete düşen Koguryo halkı her şeylerini bırakıp bozkırlara, dağlara kaçtılar. M.S 648'de Koguryo devleti yıkıldıktan sonra birlikleri bozulmuş ve Mançurya bölgesine dağılmışlardır.
Yemaek halkı M.S 650'den sonra Mançurya dağlarına göçebe dağılmışlardır. Moğol kökenli göçebe Kitan kabileleri'nin saldırılarına kadar Mançurya'da varlığını sürdüren Balhae devleti'nin sınırları içerisinde yaşamışlardır.
Kitan Saldırısı Yemaek kabileleri'nin Mançurya'dan Göçü ve Kuman adının ortaya çıkışı. (Kuman kabilesi Yemaek kabileleri'nin devamıdır.)
[ (Tarihte Türklük / Prof. Dr. László Rásonyi sayfa 137 / Kumanlar [ X. yüzyıl sonunda Kıtay kavmi Pekin'in kuzeyinde devlet kurup yayılmaya başladıkları zaman Kun'lar batıya sğınırlar. Baş döndürücübir hızla Asya ve Avrupa'da Amur Nehrin'den Tuna'ya kadar bir Kun (Kuman) kavim dalgası toparlanarak taşıyor. Daha önce de eski yurdundan çıkarılan atlı kavim için iki şık vardır: Galip oymaklar birliğine katılmak veya yeni yurt aramak, ancak bu yurt neresidir? İlk hızla konaklarını savunan kavimler halkasını ezerek onları yurtlarından atarlar veya kendileri'nin oymak birliklerine tabi kılarak yeni bir devlet kurarlar. Yollarına rastlayan Sarı Uygurların'da büyük bir kısmını, Sarılar, kendileri ile birlikte sürüklerler. Doğuda geri kalanlar bugünkü ''Şaroyögür'' lerin ahfadını teşkil ederler. Kun ve Sarılar'danmüteşekkil kavim karması daha da çekilerek, Tien-şan dağlarının eteğindeki Cungarya kapısından geçerek ve kavimler göçünün mutad yollarını takip ederek yukarıda zikri geçen ''Türkmen'' ülkesine akın ederler. İbn al-Athir (İbn ül_Esir)'in zikrettiği 1012 - 1013 tarihlerine ait ''Türklerin Çin'den çıkışı'' bu vakalarla ilgili olmalıdır.) (Tarihte Türklük / Prof. Dr. László Rásonyi sayfa 138 / Kumanlar. Kun-Sarı kavim karması Oğuzlar'ın bir kısmını teşkil eden ''Uz''ları doğuya sürerken kendilerinin Kıpçak kavminin bir kısmı ile karışırlar. Bundan sonra ilk defa ''Kuman'' adına rastlanır ki bu aslında (Kun, Sarı, Kıpçak) halitasından ibaret olup sarı mannasına gelmektedir.) ]
Moğol kökenli Kıtay (Karahitaylar) kabilelerin Moğolistan göçüp Liaotung Yarımadasın'da M.S 916 Liao Hanedanığı'nı kurunca göç etmişlerdir. 11. yüzyılda Asya'nın doğusundan batısına doğru sürekli göç ettiklerinden boy birliğine dayalı yapıları bozulmuştur. Birlikleri bozulunca Kıpçaklar'ın egemenliğine girdiler. Kimek - Kıpçak boy birliğini kurmuşlardır. Kimekler ve Kıpçaklar aynı birlik içinde bulunmuş, bu yüzden de zamanla Kıpçaklar ile birlikte anılmışlardır. Kimek kelimesi sonra yabancı tarihçiler tarafından Kuman adına dönüşmüştür. Kimeklere Polovets diyenlerde vardır. Günümüzde'de Kuman olarak anılırlar. Kimekler(Kumanlar) Moğol istilası Kalka Nehri Muhaberesin'den sonra Doğu Avrupa'ya göç etmişlerdir. Macaristan'da ve Bulgaristan'a yerleşmişlerdir. Bulgaristan'da Kore yarımadasın'da 5.yy'da üretilen Silla Altın Hançeri'ni bırakmışlardır. Bulgaristan'da 1970'li yıllarda inşaat kazısı sırasında bulunmuştur.(Sağdaki resim)
Kimek(Kuman)lerin Oğuzlar ile Diyalogları
Oğuzlar ile Kıpçakların İlk Münasebetleri ve Göçleri
Türk tarihinde yayıldıkları coğrafya ve etkileri açısından iki Türk kavmi siyasi ve askeri faaliyetleriyle ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi Oğuzlar/Türkmenler diğeri ise Kumanlar/Kıpçaklardır.
Oğuzlar tarihi kaynaklarda ilk olarak VII. yüzyılda Göktürkler döneminde görülürler. X. yüzyıldan itibaren Oğuzlar arasında İslamiyet yayılmaya başlamıştır. XI. yüzyılda ise onların büyük çoğunluğu müslüman olmuştur. Bunun sonucunda müslüman olan Oğuzlara Türkmen adı verilmiştir. Oğuz adı ise destanlar ve hatıraları yaşatılan atalarının adı olarak Türkmenler arasında uzun müddet yaşamıştır (Sümer 1999:2).
Kumanları ise Bizanslılar ve Latinler Kuman, Ruslar Polovets, Alman ve diğer batılı milletler Falben, Pallidi, Ermeniler Khartes, Macarlar Kun, İslam kaynakları Kıpçak (Kıfçak) isimleri altında zikretmişlerdir. Kumanlara farklı milletler tarafından verilen bu isimlerin her dildeki ortak anlamı “sarı, sarımsı, açık sarı, saman sarısı”dır. Adlarının ilk defa geçtiği Rus yıllıklarında Oğuz, Peçenek ve Uzlarla aynı cinsten oldukları yani Türk kavimlerinden oldukları belirtilmektedir (Yücel 2002:191). Kumanlar ile temas etmiş olan kavimlerin birçoğu onların güzel bir ırka mensup olduklarını, özellikle Kuman kadınlarının güzellikleri ile tanındıklarını anlatan kayıtlar bırakmışlardır. Bu kayıtlarda Kumanların arasında çok sayıda sarışın, açık tenli, kumral veya açık sarı saçlı ve mavi gözlü insanların olduğu anlaşılmaktadır (Kurat 1992:70-71; Kırzıoğlu 1992:99 vd).
Oğuzlar Türk tarihinde çok sayıda devlet kurmuşlardır. Günümüzde Anadolu Türklüğünün büyük çoğunluğunu da
oluşturmaktadırlar. Kumanlar ise Karadeniz’in kuzeyinde çok geniş bir bölgede bir buçuk asır boyunca hakimiyet kurmuşlar ve bu bölgeye kendi isimleri verilmiştir (Deşt-i Kıpçak). Moğol istilasından sonra siyasi birliklerinin dağılmasıyla birlikte Kumanlar, Rus, Gürcü, Bulgar, Romen (Ulah), Arap, Harzem, Eyyubi, Bizans, İstanbul Latin devleti, Selçuklu, Moğol, Altınordu ve Memlük devleti gibi pek çok devletin ordusunda asker, komutan veya idareci olarak yer almışlardır. Türk kavimleri
51
arasında Kumanlar kadar geniş bir coğrafyaya yayılan başka bir kavim görülmemektedir.
Bu iki Türk kavminin münasebetleri destanî devirlere kadar uzanmaktadır. Oğuz Kağan destanında Kıpçak ismini Oğuzların efsanevi atası Oğuz Kağan vermiş ve Kıpçaklar onun bir beyinden neşet etmişlerdir1. Tarihi bilgilerdeki ilk münasebetler ise komşuluk ve çatışmalarla başlamaktadır. 982’de yazılmış İslam coğrafya eseri Hudûd el-alem’deki bilgiye göre İrtiş (Artuş) nehri Guzlar (Oğuz) ve Kimekler arasındaki sınırı belirlemekteydi (Şeşen 2001:59). Kıpçaklar, Kimeklerin büyük ve etkili kollarından birisini oluşturmaktaydılar (Gökbel 2002:731). X. yüzyılda Türkistan’da Türk kavimleri arasında büyük bir göç hareketi başlamıştır. Arap seyyahı Mervezi eserinde bu göç hareketi ile ilgili şu bilgileri aktarır:
“Türklerden Kun denilen bir kavim Kıtay hanından korkarak o taraftan (doğudan) göç etti. Bunlar Hıristiyan (Nastûrî) dininden olup yurt ve otlak darlığı yüzünden yerlerini terk ettiler. Kunları takip eden Kaylar daha kalabalık ve kuvvetli olduğundan onları bu yeni yurtlarından uzaklaştırıp Sarı ülkesine çekildiler. Bunlar Türkmenlerin vatanını, Türkmenler de (Müslüman Oğuzlar) Oğuzları (yani Bizans kaynaklarında Uz adını alan gayri Müslim Oğuzları), bu sonuncular da Karadeniz sahilinde Peçenekleri püskürtüp yerlerini işgal ettiler. Peçeneklerin doğusunda Oğuzlar, onların kuzey doğusunda Kıpçaklar ve güneyinde de Hazarlar bulunuyorlardı. Bu Türk kavimleri daima birbirleri ile savaş halindeydiler” (Turan 1996:9).
Oğuzların kuzey komşuları Kimeklerin büyük bir kolunu Kıpçaklar teşkil ediyordu. Oğuzlar ile Kıpçaklar arasında savaşlar olduğu gibi, barış dönemleri de hüküm sürmüştür. Barış zamanlarında Kıpçaklar çok soğuk kışlarda Oğuzlardan izin alarak güneye göç ediyorlardı. X. yüzyılın ilk yarısında, aşağı Sirderya (Seyhun) boylarında kışlık
1 Oğuz Kağan destanının İslam öncesi rivayetinde Oğuz Kağan İtil suyunu beylerinden Uluğ Ordu Bey’in yaptığı sallar ile geçmiş ve ona Kıpçak Bey adını vermiştir (Bang- Rahmeti 1970:9). Destanın İslami rivayetinde ise Oğuz’un askerlerinden birisi savaşta ölmüş, onun hamile karısı da içi oyulmuş bir ağaca girerek doğum yapmıştır. Doğum yerinden dolayı Oğuz Kağan bu çocuğa Kıpçak adını vermiştir (Togan 1982:26).
52
merkezleri Yenği-Kent olan Oğuz Yabguluları devletinin yıkılma sebebi kesin olarak bilinmemektedir. Birinci ihtimalin Oğuzlar arasındaki iç çatışmalar olduğu, ikinci ve daha zayıf ihtimalin ise bu devletin kuzey komşuları Kıpçaklar tarafından ortadan kaldırılmış olabileceği tahmin edilmektedir (Sümer 1999:87-88). X. veya XII. yüzyıllarda Seyhun boylarında yaşayan Oğuzlara ait olduğu kabul edilen Dede Korkut Destanlarında, Oğuzların kâfir olarak vasıflandırılan düşmanları Kıpçaklardır. Hatta Faruk Sümer’e göre bu destanlardan birisinin konusunu oluşturan Tepe Göz belki de Oğuzlara büyük acılar çektirmiş, kayıplar verdirmiş ve bu lakap ile anılan düşman Kıpçaklardan bir bey olabilir2 (Sümer 1999:374-376).
1054 yılında Yayık ve İtil nehirleri arasında yurt tutmuş olan bir Oğuz topluluğu Kıpçakların hücumuna uğrayarak İtil’i geçip Karadeniz’in kuzeyine göç etmek zorunda kalmıştır. Bizans kaynakları bunlara Uz adını vermiştir. Aynı yıllarda Kıpçakların mühim bir kısmı da onları takiben bu bölgeye gelmişlerdir (Sümer 1999:89).
Bu dönemde Müslüman olan Oğuzlar (Türkmenler) ise X. asrın ortalarından XI. asrın ortalarına kadar Selçukluların liderliğinde İslam beldelerine göç etmiştir. Selçuk-nameler Oğuz kavminin bu göçlerini ‘nüfus kesafeti, otlak darlığı ve hayvan çokluğu’ sebepleri ile izah ederler. Türkmenler bu akınlar ile Anadolu hudutlarına dayanırken, Peçenekler, Uzlar ve Kumanlar da birbirlerinin peşinden Balkanlara inmiş, böylelikle Bizans imparatorluğu her iki yönden Türk kavimlerinin baskısına maruz kalmıştır (Turan 1996: 10). Türkistan’da kalan Kıpçak beylerinin bir kısmının ise maiyetleriyle birlikte Selçukluların batıya doğru yaptıkları göçlere katıldıkları bilinmektedir (Sümer 1999:133).
Bizans devleti Balkanlarda kendisi için büyük birer tehlike haline gelen Türk kavimlerini birbirine düşürmüş, Uzları Peçenekler ile Peçenekleri ise Kumanlar ile çatıştırarak onların siyasi ve askeri gücünü zayıflatmıştır. Bu kavimlerden geriye kalanların bir kısmı Bizans
2 Faruk Sümer’e göre destanların ana konusunu Oğuzların komşuları Kıpçaklar ile savaşları ve kendi aralarında yaptıkları kardeş kavgası teşkil eder. Destanlarda geçen Şöklü Melik, Buğacık Melik, Kara Tüken Melik ve Demir Yaylı Kıpçak Melik ise Oğuz beylerinin düşmanları olan Kıpçak beyleridir (Sümer 1999:402-403).
53
ordusuna ücretli asker olarak alınmış, diğerleri ise Balkanlarda ve Anadolu’da iskân edilmiştir.
Uzların arkasından onların göçlerine sebep olan kalabalık Kıpçak (Avrupa’da Kuman) kavminin bir kısmı Balkanlara ilerlediği gibi, bir kısmı da 1118’de güneye Kafkaslardan aşağıya yönelmiştir. Bu Kıpçaklar Gürcüler ile birleşerek müslüman soydaşları Selçuklulara ve Türkmenlere karşı Kafkasya’da, Azerbaycan’da ve Anadolu’da savaşmışlar ve mühim siyasi roller oynamışlardır (Turan 1996:11; Kırzıoğlu 1992:107,116vd). Bu Kıpçaklar zamanla Hıristiyanlaşmış ve Gürcü kimliği ile anılır olmuşlardır. Bir kısmı daha sonraları ihtida etmiştir. Bu Kıpçakların ahfadı günümüzde Kuzey Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de varlıklarını devam ettirmektedirler (Kırzıoğlu 1992:112vd).
Anadolu’nun Fethi
Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan itibaren karşılaştığı en mühim meselelerinden birisi Türkmenlerin göç hareketleri olmuştur. Türkmenler Selçuklu devleti sınırları içinde ve İslam beldelerinde kendi boy beylerinin idaresinde müstakil hareket eden bir yapıya sahiptiler. Göçebe Türkmenler çoğu kez Selçuklu sultanını dahi tanımamış, zayıf bir bağ ile ona tabi olmuşlardır. Yurt bulmak ve sürüleri ile birlikte geçimlerini temin etmek maksadıyla İslam beldelerini istila etmişler, yağma ve kıtale sebep olmuşlardır. Tuğrul Bey ve onun halefleri, topraklarını ve tebaasını bu Türkmenlerin çapullarından korumak, fakat aynı zamanda devletinin temelini ve askeri kuvvetini teşkil eden bu soydaşlarına da yurt bulmak gibi birbirine zıt iki mesele ile karşı karşıya kalmışlardır (Turan 1965:67).
Tuğrul Bey, Alp Arslan ve Melikşah gibi ilk Selçuklu sultanları için Anadolu’nun fethi bir yandan yoğun Türkmen göçlerinin baskısı ve onlara yurt bulmak zaruriyeti ile başlamıştır. Diğer yandan da kendi devletlerini ve Müslüman topraklarını istila ve kargaşadan korumak maksadını da gütmüşlerdir. Yani Anadolu’nun Türkleşmesi bu iki başlı siyaset ve gayretlerin neticesi olarak tecelli etmiştir. Bu iki cepheli siyasete uygun olarak Selçuklu hükümdarları, İslam’ın sultanı ve hamisi
54
sıfatı ile İslam’ın düşmanı olan Bizans İmparatorluğu’nun sınırlarına doğru Türkmenleri yönlendirmiş, ayrıca orduları ile bu göçlere de yol açmışlardır (Turan 1965:70).
Selçuklular 1018 yılından itibaren Anadolu’ya keşif akınları yapmışlar ve Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasından sonra bu bölgede Bizans Devleti’nin mukavemetini kırmaya çalışmışlardır. 1048’de Pasin ovasında Hasan Kale önlerinde birleşik Bizans ordusu mağlup olmuş ve Doğu Anadolu’yu Selçuklu komutanlarına terk etmek zorunda kalmıştır. Daha sonraları bölgeye Türkmenler iskân edilmiştir (Turan 1996:18vd).
Batı Anadolu da ise Selçuklu beyi Emir Afşin idaresi altındaki Türkmenler 1069-70 yılında Kayseri-Sivas bölgesini tahrip ederek Frigya
o
bölgesine ilk Türkmen akınlarını düzenlemişler, Afyon-Uşak-Denizli hattında ilerlemişler, Honaz ve Denizli kentlerini tahrip ederek Marmara denizi kıyılarına kadar ileri harekâtlarını sürdürmüşlerdir (Turan 1965:123; Sevim 1988: 50).
Aynı dönemde Bizans tahtında bulunan Romanos Diogenes Anadolu’yu Türklerden kurtarmak ve İslam ülkelerini istila etmek maksadıyla büyük bir ordu kurmuştur. Bu orduda Ermeni, Slav (Rus), Alman (Got), Frank, Gürcü askerler olduğu gibi Hazar, Peçenek, Oğuz (Uz) ve Kuman Türkleri de ücretli asker olarak yer almışlardır (Turan 1965:124). Bu savaşla ilgili İslam müverrihlerinden bir kısmı Bizans ordusunda Oğuzların bulunduğunu yazmış iseler de onların Selçuklu ordusuna katıldıklarından bahsetmezler (Sümer-Sevim 1988:xıı). Savaşı bizzat gözlemleyen Bizans müverrihi Attaleiates, savaş başlamadan önceki yıpratma saldırıları esnasında, başlarında Tanes adlı birisinin bulunduğu bir İskit (Peçenek veya Uz) birliğinin Selçuklulara katıldığını haber verir. Attaleiates, İmparatora geriye kalan İskitlerin sadık kalmaları için onlara yemin ettirmeyi önerir. Bu önerisinin kabul edilmesiyle birlikte İskitlere ‘atalarından kalan geleneklere göre yemin ettirir ve onlardan hiç birisinin savaş zamanında düşman birliklerine 3
3 Bizans döneminde zaman zaman sınırları değişmekle birlikte, Frigya bölgesi günümüzde yaklaşık olarak Ankara, Afyon ve Eskişehir illerinin tamamını, Konya, Isparta ve Burdur illerinin kuzey bölümünü, Kütahya’nın ise doğu bölümünü kapsamaktadır (Sevin 2001:193).
55
katılmadıklarını kaydeder (Attaleiates 2008:162-163). Diğer bir Bizans müverrihi Zonaras, Uzlardan (Rum hizmetindeki Kuzey Oğuzları) bir alayın düşmana katıldığını haber verir (Zoraras 2008:134). Ermeni müverrihi Urfalı Mateos ise Bizans ordusunun sağ cenahındaki Uzların ve sol cenahındaki Peçeneklerin savaşın kızıştığı bir sırada topyekun Selçuklu tarafına geçtiklerini belirtir (Urfalı Mateos 2000:143). Bu savaş esnasında Bizans ordusundaki Kumanların saf değiştirdiklerine veya akıbetlerine dair herhangi bir bilgi yoktur.
Anadolu’da Selçuklu Uç Teşkilatı
1071 Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunun Selçuklu ordusuna mağlup olması, Anadolu tarihinde yeni bir dönemi başlatmış, çeşitli Türkmen boyları, beylerinin liderliğinde bu yeni topraklara gelerek, uzun süren mücadeleler neticesinde değişik bölgelere yerleşmişlerdir. Anadolu Selçuklularını kuran hanedanın atası Kutalmışoğlu Süleyman Şah, maiyetindeki Türkmenlerle birlikte ilk olarak Urfa ve Birecik yöresine yerleşmiştir (Aksarayî 2000: 11 vd). Daha sonra ise Bizans’ın da zafiyetinden faydalanarak Konya’yı almış, sınırlarını İznik’e kadar genişletmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında Türkistan’dan Anadolu’ya akan Türkmen göçleri sürekli devam etmiştir. Doğudan gelen bu göç dalgasının içinde diğer Türk kavimleriyle birlikte Kıpçaklar da görülmektedir.
Sultan Alp Arslan zamanında Azerbaycan ile Van Gölü civarında, içlerinde Kıpçaklarında yer aldığı kalabalık bir Kimek topluluğu mevcuttu. Bunların bir kısmı Melikşah’ın emirlerinden Atsız İbn Uvak’ın emrinde Suriye’ye geçmişler, daha sonra ise Süleyman Şah’a katılarak onun emrinde İznik’e götürülmüşlerdir. I. Haçlı seferine katılan Albert d’Aix adlı bir rahibin yazdığı bilgilere göre (1096), Süleyman Şah’ın başkenti İznik’te Rumeli ve Horasan’dan gelen on beş bin Kuman topluluğu bulunuyordu. Ancak Süleyman Şah’ın İznik’ten Antakya4 seferine giderken yanına sadece üç yüz atlı aldığı bilinmektedir. İznik’te
4Divitçioğlu’nun çalışmasında bu yer adları muhtemelen yazım hatası olarak İzmit’ten Antalya’ya şeklinde geçmektedir (Divitçioğlu 2006:48). Doğrusu İznik’ten Antakya’ya olması gerekir. Karşılaştırınız: (Sevim 1990:31).
56
kalan bu on beş bin Kumanın akıbeti ise belirsizdir (Divitçioğlu2006:47- 48). Muhtemelen Batı Anadolu’da kalarak bölgeye yerleşmiş olmalıdırlar. Kaynaklarda aksi yönde hareketlerine dair bir bilgi bulunmamaktadır.
Bizans imparatorluğundaki taht kavgalarından yararlanan Süleyman Şah, Bizans tahtını ele geçirmeye çalışan Melissenos ile anlaşarak Frigya ve Galata’da Bizanslıların elinde kalan şehirleri de teslim almıştır (Bryennios 2008:173). Bizans İmparatoru Alexis, 1081’de tahta çıktığı zaman Anodolu’da sadece Karadeniz Ereğlisi, Kapadokya ve Menderes havalisinde son Bizans toprakları kalmıştı (Turan 1996:54 vd.). Doğudan gelen Türkmen kitleleri, başta Süleyman Şah olmak üzere Anadolu Selçuklu hükümdarları tarafından Bizans sınırlarında ele geçirilen boş arazilere mirî toprak sistemine göre yerleştirilmişlerdir (Turan 1965:80).
Bu göçebe Türkmenler Anadolu’nun değişik bölgelerine, özellikle uç adı verilen sınır bölgelerine iskân edilmişlerdir. Daha önceleri Anadolu’da Emeviler ve Abbasiler zamanında da görülen bu iskan metodunun amacı Bizans’a karşı sınırlarda bir tampon bölge oluşturmaktı. Bu bölgeye yerleştirilecek Türkmen kitleler, bir yandan devletin sınır bölgelerini müdafaa edecekler, diğer yandan da sınır ötesi bölgelere gaza ve cihad akınları düzenleyerek toprak ve ganimet alacaklar, aynı zamanda dini bir vazifeyi de ifa edeceklerdir. Bir nevi tampon bölge olarak nitelenebilecek olan bu uç teşkilatı gücünü Türkmen aşiretlerinden almaktaydı(Çiftçi 2002:393).
Uçlara gelen göçebe unsurlar kısa bir zamanda bölgeye intibak etmişler ve bazıları yerleşik hayata geçerek köyler kurmuşlardır. Türkmenlerin bulunduğu bölgelerde Müslüman Türk köylerinden başka, Hıristiyan köyleri de mevcut olduğu gibi, şehir halkı da bu yapı içerisine karışmıştır. Böylece Uçlar, hudutlara ve hudut boylarındaki vilâyetler ile sancaklara verilen isim halini almıştır. Bunların başlarında yarı müstakil vaziyette bulunan liderlere de uç beyi adı verilmiştir. Uç beylerinin üstünde de, devlet tarafından tayin olunan bir veya birkaç tane Uç Emiri bulunuyordu. Devlet hazînesine nakdi veya ayni, muayyen bir vergi veren Uç beyleri, değişik sebeplerle ve bazen de vergi hesaplarını görmek üzere merkeze gelirlerdi. Uç teşkilâtı, başlangıçta bu şekilde
57
ortaya çıkmış ve doğudan sürekli göçler ile büyük bir teşkilat haline gelerek daha sonraları ortaya çıkacak olan uç beyliklerine de temel hazırlamıştır (Çiftçi 2002:393-394).
Bizans Devleti’nin Hudut Teşkilatı
Anadolu’da Selçuklu öncesinde oluşturulmuş Bizans idari birimleri, Roma dönemi Anadolu idari birim sistemi üzerine inşa edilmiştir. Bu sistem Anadolu topraklarından vergi ve gerektiğinde asker toplanmasına dayalı olarak strategos denilen askeri nitelikli valiler tarafından yönetilen thema sistemine5 dayanmaktadır (Özcan 2006:203).
Thema sisteminin temeli Herakleios döneminde (610-641) atılmıştır. Bizans eyalet sistemindeki bu değişim Diokleatianus ve Konstantinos nizamına son verilmesi ve eksarhlıkların organize edilmesiyle başlayan gelişmelerin devamı olmuştur. Thema nizamı uzun süren bir oluşum ve gelişim dönemi gerektirmiştir. Esası ise ırsi olarak ordu hizmetini yüklenmek karşılığında askerlere evlatlarına tevarüs edebilecekleri arazi parçaları vermektir. Herakleios’un halefleri bu sistemi devam ettirerek boş devlet arazilerine göçmenler getirterek bunları asker veya köylü olarak toprağa yerleştirmişlerdir (Ostrogorsky 2011:89-90, 121).
IV. yüzyıldan itibaren Anadolu’nun yerli ahalisi içine Got, Slav ve Türk unsurlar da (Hunlara bağlı Türk kökenli boylar, Avar, Sabir, Hazarlar vs) karışmıştır. Bizans devleti bunları Trakya ve Anadolu’ya yerleştirerek bu sistem içerisinde onların savaşçı vasıflarından yararlanmıştır (Demirkent 1981:136-137).
Bizans, VIII. yüzyıldan itibaren Balkanlara inmeye başlayan Bulgar, Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uzlardan (Oğuzlar) oluşan Türk kütlelerini Anadolu’ya geçirerek, onları muhtelif sınır bölgelerine yerleştirmiştir (Koca 2008:31).
5Thema kelimesinin kökeni, bu müessesenin ortaya çıkışı hususunda yeni tespit ve görüşler ileri sürülmüştür. Tümen kavramının Avarlardan Bizans’a Thema şeklinde geçtiği, bu sistemin Asya menşeli tümen askeri sisteminden geldiği ve Sasaniler eliyle Bizans tarafından adapte edildiğine dair görüşler için bakınız: (Öztürk 2012).
58
Bizans imparatorlarının erken dönemlerden itibaren uyguladıkları bu politikanın temelinde, başta Türkler olmak üzere bazı kavimlerin askeri yeteneklerinden faydalanmak, imparatorluk arazisine giren göçebelerin veya seferler sırasında ele geçirilen esirlerin uygun bölgelere yerleştirilmesi, imparatorluk otoritesini tanımayan toplulukların işgal ettiği bölgelerin yeniden kazanılması, resmi dini öğretilere aykırı fikirler besleyen grupların dağıtılması gibi siyasi, askeri, ekonomik ve dini sebepler yatmaktaydı (Ayönü 2012:403-404).
Bizans idare sisteminin XI. yüzyılın sonlarına doğru çökmeye başlaması ile thema birliklerinin parçalanarak yeniden taksim edilmesi cihetine gidilmiştir (Ostrogorsky 2011:231). Bu sisteme pronoia denilmektedir. Thema sistemi güçlü merkezi bir yapı ve eyaletlerde askeri yönetime dayalı bir sistem iken, pronoia feodal bir yapıya dayanmaktaydı. Türklerin Anadolu’ya gelişi sırasında yürürlükte olan pronoia sistemi idi (Öztürk 2012:203-204). XI. yüzyılda başlayan Selçuklu fetihlerinin ortaya çıkardığı askeri-siyasal gereksinimlere dayalı olarak Bizans idaresinde yeni düzenlemeler yapılmıştır. İslâm ülkelerine komşu sınır bölgelerinde askeri yükümlülükler karşılığında toprak vermek, vergi muafiyeti sağlamak gibi teşviklerle asker-köylülerin iskân edilmesiyle yeni sınır güvenlik kurumları oluşturulmuştur. Bu amaçla hudut muhafızı olarak akritai ve dağlık geçit bölgelerinin güvenlik denetiminin sağlanmasını amaçlayan kleisura adı verilen askeri yapılardan oluşan bir idari organizasyon da kurulmuştur (Özcan 2006:203). Bizans müverrihi Zonaras, İmparator IX. Konstantin Monomakos’un (1042-1055) bu hudut bölgelerine vergi yüklemek ve muhafız birliklerini kaldırmak suretiyle Rum topraklarının Türklerin eline geçmesine sebep olduğunu ileri sürer (Zonaras 2008:96).
5-Haçlı Seferleri ve Selçuklu-Bizans Sınırlarının Değişmesi
1096’da başlayan I. Haçlı Seferinde Bizans-Haçlı ordusunun ortak harekâtıyla Selçuklular İznik, İzmir ve Ege sahillerini ile Frigya bölgesini kaybetmiştir. İzmir ve civarındaki Türkmenler Menderes nehrini geçerek Bolvadin civarında toplanmışlardır. Bizanslılar Türkmenleri takip ederek Efes, Sardes, Alaşehir, Denizli, Honaz, Dinar
59
ve Bolvadin’i de ele geçirmişlerdir. 1098 yılında Türkmenler Anadolu’nun batı, güney ve kuzey sahillerini terk ederek İç Anadolu’ya çekilmişler ve Bizanslılar Akşehir’e kadar ilerlemişlerdir (Anna 1996:325-329, 336-339; Turan 1965:94-95). Bu dönemde İznik’te Selçuklu idaresindeki Kumanların da iskan edildikleri bölgelerden Türkmenlerle birlikte Anadolu’nun içlerine çekildikleri tahmin edilmektedir. Bu dönemde Selçuklu-Bizans hudut boyları, Denizli- Afyon-Kütahya-Eskişehir-Ankara hattı, özellikle Bizans kaynaklarındaki ifadesiyle Frigya bölgesi ve Menderes vadisi yoğun mücadelelere sahne olmuştur.
I. Kılıç Arslan (1092-1107) döneminde başlayan Haçlı seferlerinin sonuçları Anadolu Selçuklu Devleti ve uçlardaki Türkmenler için çok ağır olmuştur. Bu dönemde savunmasız kalan Batı Anadolu’daki Türkmenler, Bizans ve Haçlı orduları tarafından büyük bir kıyıma uğratılmışlardır (Anna 1996: 336-339, 441-442). Kılıç Arslan’ın 1107’de ölümüyle Anadolu Türkleri başsız kalarak parçalanmışlardır. Bu durumdan faydalanan Bizanslılar Türkmenleri katletmeye başlamış6, bu katliamlara ise Hasan Bey gibi Türkmen beyleri karşı koymaya çalışmıştır (Anna 1996:441-443).
Haçlı seferleri sonucunda Selçuklular İznik’i terk ederek İç Anadolu’ya doğru çekilmişler ve kendilerine yeni bir savunma hattı oluşturmuşlardır. Bu hat Akşehir ve Konya’dan başlıyor, uç bölgesi ise Uluborlu, Honaz ve Ankara’ya kadar uzanan geniş bir alanı kapsıyordu. Uluborlu ve Ankara meliklik merkezi, Denizli ve Honaz ise zamanla uç bölgesinin önemli bir askeri merkezi haline gelmiştir. Selçuklu Sultanları doğudan gelen Türkmen göçlerini bu dönemde de uç bölgelerine yönlendirmişler, buralarda çok büyük bir nüfus yoğunluğu sağlanmıştır. Uç bölgesi Türkmenleri Selçuklu saltanat mücadelelerinde de zaman içinde önemli rol oynayacaklardır. Bu uç bölgeleri kaybedildiğinde batı yönünden başkent Konya saldırıya açık hale gelmiştir. Nitekim bu uç
6 Bu dönemin Bizans İmparatoru olan Alexis Komnenos’un (1081-1118) kızı ve Bizans müverrihi olan Anna Komnena, Lampe’deki (Orhaneli çayı civarı) Türkmenlerin kıyımı ile ilgili olarak şu bilgileri verir: “Rum ordusundaki askerler Türklere karşı o kadar gaddarca davrandılar ki, onların yeni doğmuş bebeklerini bile kaynar su kazanlarına attılar. Çok kişiyi kıyımdan geçirdiler..(Anna 1996:441).
60
bölgelerin kaybıyla Bizans ve Haçlı orduları Konya önlerine kadar ilerlemişlerdir (Hacıgökmen 2011:243-244).
II. Kılıç Arslan döneminde de hudut bölgelerinde karşılıklı baskın ve akınlar devam etmiş, mütarekeler, ittifaklar veya anlaşmalar, ne de barış müzakereleri bunları durduramamıştır (Niketas 1995:121). Bizans İmparatoru Manuel, Selçuklu ve Türkmen saldırılarına son vermek için birliklerini toplamış, ayrıca Latinlerden ve Kumanlardan müteşekkil büyük bir ücretli ordu da kurmuştur. Manuel, 1176 ilkbaharında Anadolu’yu tekrar Bizans topraklarına katmak amacıyla ordusunu İstanbul’dan yürüyüşe geçirmiştir. Frigya ve Loadikeia (Ladik) içinden geçip, Khonai (Honaz), Lampis (Çivril civarı) üzerinden Kelainai’ya
n
(Dinar ), Khoma (Gümüşsuyu) ve Myriokephalon’a gelmiştir (Niketas 1995:123). Dönemin Bizans müverrihi Kinnamos, İmparator’un harabe bir kale olan Dorylaion’a geldiğinde bu çevrede iki bin kadar göçebe Türk çadırının bulunduğunu kaydeder (Kinnamos 2001:211). Manuel daha sonra Denizli-Çivril hattında ilerlemiş, Selçuklu ordusu tarafından dar bir geçitte sıkıştırılarak ağır bir bozguna uğramıştır. 1176 yapılan bu savaş tarihe Miryokefalon adıyla geçmiştir. Bu zaferden sonra Bizans İmparatorluğu’nun Batı Anadolu’daki durumu tamamen zayıflamıştır. Bizans imparatorunun savaş sonrası yapılan anlaşmanın hükümlerine uymaması üzerine Selçuklu ordusu denize kadar akınlarda bulunmuş, Menderes kenarındaki şehirler tahrip edilmiştir (Niketas 1995:133). Özellikle sınırlarda toplanmış olan kalabalık Türkmen kütlelerinin önü tekrar açılmıştır. Artık, Bizans ordusunun tehdit ve tehlikesinden kendisini büyük ölçüde kurtarmış olan Türkmen kütleleri, süratle sahillere doğru yayılmaya başlamışlardır. Daha da önemlisi, bu yayılmanın sonunda, Anadolu Türk beyliklerinin temelleri atılmıştır (Koca 2008:13-14). Ancak Menderes ırmağına kadar olan Bizans topraklarının Anadolu Selçukluları tarafından tekrar fethi I. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde (1205-1220) mümkün olmuştur (Turan 1996:281). 7
7 Bizans müverrihi Niketas, Dinar (Kelainai) hakkında şu bilgileri verir: “Marsyas suyunun karıştığı Menderes’in kaynakları buradadır ve güya Apollon burada, büyüklük deliliğine kapılarak sanki eşek arısı sokmuş gibi kendisiyle müzik yarışmasına girdiğinden dolayı Marsyas’ın derisini yüzmüşmüş” (Niketas 1995:123).
Kimekler'in Anadolu'ya Gelişleri
Moğol İstilası ve Batı Anadolu’ya Yapılan Göçler
Batıdan gelen Haçlı ve Bizans saldırılarının durdurulmasından sonra, II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) döneminde Anadolu Selçuklu Devleti, bu sefer doğudan gelen Moğol istilasına maruz kalmıştır. 1220’li yıllardan sonra Asya’da başlayan Moğol istilası Anadolu’ya yapılan göçleri daha da artırmıştır. Türkistan’dan başta kalabalık Türkmen kitleleriyle birlikte Kıpçaklar ve diğer Türk kavimlerinden de Anadolu’ya göç edenler artmıştır. Bu yeni göçler ile artık Anadolu’ya sadece göçebeler değil, şehirli halk kitleleri de gelmiştir.
Moğol istilası Doğu Anadolu’daki Türkmenlerin özellikle Anadolu’nun batı uç bölgelerine göç etmesine sebep olmuştur. Bizans kronikleri bu yeni gelen toplulukların binlerce çadır halinde özellikle Kastamonu-Antalya çizgisinde yığılmış olduklarına işaret eder. Yine aynı kaynaklar Menderes havzasında XIII. asır sonlarında yalnız halkın değil, ‘manastırlardaki papazların bile kaçtığını’ ve buraların Türkmen çadırlarından görünmez olduğunu vurgular. Moğol istilasından sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin gücünü kaybetmesi neticesinde uç beyleri bağımsız hareket etmeye başlamışlardır. Selçuklu-Bizans sınırı tamamen belirsizleşmiş ve uç bölgesinde Türkmenler Bizans topraklarında daha rahat hareket ederek akınlar düzenlemiştir (Turan 1996:508; Wittek 1986:14vd; Çiftçi 2002:597).
Uçlardaki Türkmenlerin yaptığı bu akınlara karşı Bizans devleti de hudut teşkilatında yeni düzenlemeler yapmış, akritler denilen sınır muhafızlarına toprak vererek vergi muafiyetleri getirmiştir. Ancak XIV. yüzyılın ortalarına doğru Bizans devleti, siyasi hadiseler sebebiyle Balkanlara önem vermeye başlamış, Batı Anadolu’daki sınır muhafızları olan akritleri Balkanlara çekmiştir. Böylece uç beylerinin fetih hareketleri daha da kolaylaşmıştır. Diğer taraftan bu dönemde uçlardaki Türkmenlerden bazıları Katalanlara ve Moralı Franklara karşı savaşmak üzere Bizanslılara ücretli askerlik de yapmışlardır(Çiftçi 2002:597-598).
Gürcistan’da bulunan Kıpçaklar da Moğol istilasına uğramışlar ve sonraları Moğol ordularında yer alarak Anadolu’nun istilasına katılmışlardır (Kırzıoğlu 1992:147-151; Turan 1996:436).
62
Anadolu’ya diğer bir Kıpçak göçü ise Kırım bölgesinden deniz yoluyla yapılmıştır. Karadeniz’in kuzeyinin Moğol istilasına uğradığı dönemde Suğdak bir Kıpçak şehri idi. Alaeddin Keykubat’ın emriyle gerçekleştirilen Kırım (Suğdak) seferinden (1227) sonra çok sayıda Kıpçak, gemiler ile başta Sinop olmak üzere Karadeniz sahillerine getirilmiştir (Turan 1996:358-359). Alaeddin Keykubat’ın ordusunda ücretli askerler arasında Kıpçak askerler de vardı (Turan 1996:400).
Anadolu’nun Türkleşmesi birden bire değil, uzun bir tarihî süreç içinde gerçekleşmiştir. Çünkü Türk kavimlerinin hepsi Anadolu’ya aynı zamanda gelmemişlerdir. Göç dalgası zaman zaman büyük kütleler halinde uzun bir süre devam etmiştir. Meselâ, Şehinşâh’ın kısa saltanat döneminde (1110-1116), Sultan II. Kılıç Arslan zamanında (1155-1192) ve Moğol istilâsı sırasında (1220 sonrası) Anadolu’ya büyük Türkmen kütlelerinin geldiğini tarihi kayıtlarda görmekteyiz. Bu Türkmenler, genellikle hayat tarzlarına uygun olan ve kendilerine hareket serbestliği sağlayan sahalarda, yani uçlarda toplanmışlardır. Yeni gelenlerle Türkmenlerin uçlardaki sayıları ve kuvvetleri devamlı surette artmıştır. Nitekim Arap coğrafyacısı İbn-i Said, XIII. yüzyılın sonlarında batı uçlarından Denizli-Eskişehir arasında 200 bin, Kastamonu civarında 100 bin, Ankara civarında da 30 bin çadırlık büyük Türkmen kütlelerinin yaşadığını belirtmiştir. Bu rakamlar 2 veya 3 milyonluk bir nüfusa denk gelmektedir. O dönemdeki Anadolu’nun toplam nüfusu ise 4 veya 5 milyon olarak tahmin edilmektedir. Tabi ki bunlar tahmini rakamlardır. Ancak XVI. yüzyılın başlarında tutulan Osmanlı tahrirlerinde, İç ve Batı Anadolu bölgelerinde % 88,5’lik müslüman Türk nüfusuna karşılık %11,5’lik Hıristiyan nüfusu görülmektedir (Koca 2008: 31-32).
Yaklaşık üç asır sonra tutulan bu kayıtlar da bölgedeki Türkmen nüfusunun ezici çoğunluğuna işaret etmektedir. Elbette bu Türkmen nüfusunun içinde diğer Türk kavimleri de mevcuttur. Osmanlı döneminde Afyon, Kütahya, Denizli hattında görülen büyük Türkmen grupları ise başlıca şu oymaklardan oluşmaktadır: Kayı, Ak koyunlu,
63
o
Boz-guş, Kılcan, Ak keçili, Kaşıkçı, Avşar, Ala yundlu (Sümer 1999:201).
Iznik Rum Devleti Döneminde Menderes Havalisi ve Frigya Bölgesine Yerleştirilen Kumanlar
1204 yılında IV. Haçlı ordusunun İstanbul’u işgal etmesi ve burada bir Latin devleti kurmasıyla birlikte, Bizans hanedan mensupları farklı bölgelerde imparatorluklarını ilan etmişlerdir. Bunlar içerisinde 1261’de İstanbul’u Latinlerden geri alacak olan I. Laskaris’in kurduğu İznik devleti konumuz açısından önemlidir. Bu Bizans devletinin de ordusunda çok sayıda ücretli asker yer almıştır. Bunlar arasında Latinlerden sonraki en önemli ücretli askerler Kumanlardır. Özellikle Balkanlardaki mücadelelerde aktif rol oynayan Kumanlar, hafif süvari birlikleri olarak görev yapmışlardır (Ayönü 2010:39-40). İznik ordusunda görev yapan diğer bir ücretli asker topluluğu ise Selçuklu Türkmenleridir (Ayönü 2010:45).
İznik devletinin karşılaştığı en önemli meselelerinden birisi de Selçukluların bulunduğu doğu sınırının güvenliğinin sağlanması olmuştur. Esasen 1211 yılındaki Antiokheia Savaşı’ndan sonra yapılan antlaşma elli yıl boyunca geçerliliğini korumuştur. Ancak bu süre zarfında iki tarafın hudut muhafızları arasında çatışmalar eksik olmamıştır. Özellikle Moğol istilası sebebiyle denetimden uzak uç bölgelere yığılan Türkmenler, sınırda yoğun bir baskı oluşturmuşlardır.
III. Vatatzes (1222-1254) doğu sınırının güvenliğine özel bir önem vermiş, bir dizi önlemler almıştır. Bu amaçla başkentini İznik’ten Kemalpaşa’ya nakletmiştir. İki devlet arasında çok sayıda askeri garnizonların bulunduğu sınır kaleleri olup, buralarda vergilerden muaf ve kendi topraklarını işleyen çiftçi-askerler bulunmaktaydı. Türkmenler ile aynı hayat tarzına sahip olan İznik hudut muharipleri rakipleri gibi ok kullanma konusunda oldukça yetenekliydiler. Sınır bölgelerindeki yerel 8
8 Sencer Divitçioğlu, Türk kavimleri arasında at’a Yund ismini verenlerin sadece Anadolu ve Kıpçak Türkleri olduğuna dikkat çeker. Ayrıca Anadolu’ya gelen Oğuz Alayundlu tirelerinin dördünün Saruhan’da, ikisinin Canik’de yerleştiklerini ve her iki bölgenin bir zamanlar Kıpçakların mekan tuttuğu yerler olduğunu vurgular (Divitçioğlu 2006:53).
64
nüfus zaman zaman yabancı etnik unsurlardan oluşan ücretli askerler, savaş esirleri veya farklı bölgelerden nakledilen koloniler ile desteklenmiştir (Ayönü 2010:46). Bu amaçla III. Vatatzes Trakya’da başıboş bir halde dolaşan ve etraftaki şehirleri yağmalayan Kumanların Bizans arazilerine zarar vermelerini engellemek ve onların askeri yeteneklerinden faydalanmak istemiştir (Ayönü 2012:408). III. Vatatzes, 1241’de muhtemelen sathi olarak Hıristiyanlaştırılmış on bin Kuman’ı kadın, çocuk ve hayvanları ile birlikte göçebe bir hayat sürdükleri Trakya’dan getirip, kısmen asker köylüler olarak Avrupa tarafına, bilhassa Anadolu’da Menderes vadisine ve Frigya’ya hudutlu olarak yerleştirmiştir (Wittek 1986:13; Akropolites 2008:71; Chrysostomides 2009:28).
Bizans imparatorlarının zaman zaman Bulgar, Peçenek, Kuman ve Uz Türklerini Anadolu’ya geçirip yerleştirmelerinden maksatları, devletin sınırlarını güçlendirmek, Türkmenlerin karşısına aynı soydan savaşçı ve benzer yaşantıya sahip kuvvetli bir rakip çıkarmak, ordularını dinamik kuvvetlerle takviye etmekti (Koca 2008:31). Selçuklu ve Bizans hudutlarında herhangi bir yerleşimin olmadığı boş arazilerde Türkmenler ve İznik sınır savunmacıları (akritai) arasında sık sık çatışmalar yaşanmıştır. Anadolu’daki soydaşları ile aynı savaş taktiklerini ve silahları kullanan Kumanların hudutlara yerleştirilmesi hareketli Türkmen atlılarına karşı yerleşik savunma hattından daha etkili bir yöntem olmuştur (Ayönü 2012:409). Özellikle doğuda, eski Bizans sınır savunma düzeni yeniden canlandırıldığı için bu askeri iskân politikası Vatatzes’in çağdaşı Bizanslılar tarafından çok beğenilmiştir. II. Theodor Laskaris, babası Vatatzes’e yazdığı methiyesinde “Sen İskit’i (Kuman) batıdaki topraklardan uzaklaştırdıktan sonra, onun soyunu doğuya göndermek suretiyle onun cinsinden doğuda hizmet eden bir kavim yarattın ve onu Pers'in (Türk) oğulları yerine ikame etmekle, Türklerin batıya doğru durmadan ilerlemelerini önledin” sözleriyle bölgeye Kumanları yerleştirmesinden dolayı onu övmüştür (Wittek 1986:13; Vasary 2008:79; Ostrogorsky 2011:409).
Osman Turan, göçebe ve sathi Hıristiyan olan bu Kumanların dilleri, kültürleri ve hayat tarzları ile Türkmenlere benzediğini, bunların Bizans’ı müdafaa edecek yerde soydaşlarıyla tedricen birleştiklerini ve
65
Türkmenlerle karışarak bölgenin Türkleşmesinin hız kazandığını ileri sürer9 (Turan 1996:352). Sonraki dönemlere dair tarihi bilgiler de bu tespiti doğrulamaktadır.
Batı Anadolu’ya Yerleşen Kumanlar'ın Akibeti
Farklı tarihlerde Türkistan’dan, Kafkasya’dan ve Balkanlardan gelerek Anadolu’ya ve özellikle Batı Anadolu ve Menderes havalisine yerleşen bu Kuman/Kıpçaklar daha sonraki dönemlerde bölgede kalarak soydaşları Türkmenler ile karışmışlar ve müslüman olmuşlardır. Bu Kumanların akıbeti hakkında dikkat çeken çalışmalardan birisi Sencer Divitçioğlu tarafından yapılmıştır. Divitçioğlu, Anadolu Selçuklularından sonra Batı Anadolu’daki bu Kuman bakiyelerinin Saruhanlı Beyliği’ni kurduklarını, Türkmenler ile karışık olarak Manisa civarında yoğunlaştıklarını düşünmektedir. Divitçioğlu bu konudaki görüşlerini tarihi kaynaklardaki şu bilgilere dayandırır:
Uygur, Karluk ve Basmiller ittifak kurarak 742 yılında Göktürk Devleti’ni yıkmışlar, daha sonra ise Uygur ve Karluklar lider konumundaki Basmil Kağanı’nı öldürmüşlerdir. Basmil boyları dağılmış geriye onlardan Iduk-Az boyu ayakta kalmıştır. Bu boy batıya doğru tarihi göç hareketine başlayan Kimek konfederasyonuna Alan-Az (Lanikaz) adıyla katılmıştır. XI. yüzyıl Arap coğrafya eserlerinde Orta Asya’daki Türk kavimlerinin sıralanışı ve büyük göç hareketleri anlatılırken Kaylar, Kunları, Kunlar Saru boylarını, bunlar ise Oğuzları ve Oğuzlar da Peçenekleri batıya doğru sürmüştür. Kaşgarlı Mahmud’un ve Mervezi’nin eserlerinde Türk boylarının batıdan doğuya doğru sıralanışında Sarular ile Basmil boylarının yeri eşleşmektedir. Ayrıca Basmiller de fiziki özellikleri itibarıyla sarışındır (Divitçioğlu 2006:48- 49).
Bu Basmil boyları 1030’lu yıllarda Kıpçakların alt boylarıyla birlikte Harzem’de görülmüşlerdir. 1055’li yıllarda Kıpçaklar, Kitanların yerlerinden oynattığı Basmil boyları ile birlikte Hazar devletinin topraklarını yurt tutarlar. Ruslar bunlara “Yaban Kumanları” demişlerdir.
9 Osman Turan, Osman Gazi’nin sadık dostu ve savaş arkadaşı Köse Mihal beyin bu Kumanlardan olabileceğini tahmin etmektedir (Turan 1996:509).
66
Ölberli ve Dokuzoba adında iki aile tarafından yönetilmektedirler ve Ölberli ailesinin başında Saruhan bulunmaktadır. Saruhan’ın oğlu Etrek 1118’de maiyetindeki ikiyüz-iki yüz elli bin kişilik Kıpçak boylarıyla birlikte Gürcistan’a göç etmiştir. Bu Kıpçakların büyük bölümü Ani, Erzurum, Çıldır, Kür ve Aras nehirleri dolayları ile Tav Eli denilen yaylalarda varlıklarını sürdürmüşlerdir. Daha sonra ikinci bir Kıpçak dalgası Kafkasya’dan Gürcistan’a inmiştir. 1225 yılında Gürcistan’a giren Moğol orduları Gürcü ordusuyla karşılaşmıştır. Gürcü ordusundaki yirmi bin Kıpçak atlısı Moğol komutanı Sübetay’ın diplomatik çabalarıyla savaş sırasında muharebe meydanını terk etmişlerdir. Savaş Moğolların zaferiyle sonuçlanmıştır (Divitçioğlu 2006:49-51). Aynı dönemde kalabalık bir Kimek/Kıpçak topluluğu da Anadolu Selçuklu devletinin kurucusu Süleyman Şah’ın emrinde Suriye’den İznik’e götürülmüştür (Divitçioğlu 2006:47-48).
Divitçioğlu, İbn-i Bibi’nin eserinden naklederek 1254’de Selçuklu hükümdarı Sultan İzzeddin ile kardeşi Rükneddin Kılıç Arslan arasında Afyon Karahisar yakınlarında bulunan Düzağaç mevkiinde yapılan savaşta Sultan’ın aceleyle Arap, Kürt, Yiva, Gence ve Kıpçak halklarından asker topladığını vurgular (Divitçioğlu 2006:51). Ancak kaynak gösterdiği İbn-i Bibi’nin eserinde ordunun Afyon-Düzağaç yoluyla değil, Kırşehir vilayetinden Tuzağaç vilayetine vardığı görülmektedir (İbn Bibi 1996:140). Kıpçaklardan asker toplandığı ise kaynakta mevcut olup, bu dönemde Orta Anadolu’daki Kıpçakların varlığına işaret etmektedir. Divitçioğlu’na göre Gürcü-Moğol savaşına katılmayan Kıpçaklar ise artık Gürcü topraklarında kalamayacaklarına göre Sultan İzzeddin’in emrine girmiş, daha sonra ise Menderes vadisindeki soydaşlarının yanına katılmış olmalıdırlar. Aynı tarihlerde Rum İznik Devleti’nin imparatoru Vatatsez sayıları on binden fazla Kumanı Trakya’dan getirerek aileleriyle birlikte Frigya ve Menderes vadisine yerleştirir. Divitçioğlu’na göre Alp-Ağı’nın oğlu diğer bir Saruhan’ın 1313 yılında Manisa’yı Bizans’tan alarak kurduğu Saruhanlı beyliğinin ilk halkı Türkmen boylarıyla birlikte bu Kumanlardır (Divitçioğlu 2006:47). Divitçioğlu böylelikle Kumanların Anadolu’daki varlıklarını bu tarihi bilgiler ile özetler.
67
Divitçioğlu, daha sonra Kuman/Kıpçakların yaşadığı Hazar, Kafkas Kür-Aras Kıpçakçasından derlenen boy ve bey adları ile XV. yüzyıl ve sonrası Saruhanlı beyliği ile ilgili Osmanlı belgelerinde bulunan boy ve bey adlarını eşleştirir. Eşleştirme sonucunda benzeyiş söz konusudur ve ona göre bu topraklarda güçlü bir Kıpçak topluluğunun yaşadığı anlaşılmaktadır.
Divitçioğlu son olarak Manisa’da Karaman Kayası mevkiinde Saruhanlı İshak Çelebi tarafından inşa edilen caminin kapı köprüsünün üzerinde bulunan resme dikkat çeker. Resimdeki topuzun üzerine yazılan dört tane Orta Asya Türk runik harfini tespit ederek bu bir kelimelik yazıyı Kıpçakların da kullandığı Orhun alfabesine göre okur: Bedizci (Ressam) (Divitçioğlu 2006:52vd).
Divitçioğlu’nun yer, şahıs ve boy adlarıyla ilgili tespitleri özellikle Menderes vadisinde yoğunlaşan ve Saruhanlı beyliği sınırlarıyla örtüşen Kuman/Kıpçaklara işaret etmektedir. Ancak Anadolu ve özellikle Batı Anadolu’daki yer ve aşiret adlarına göre Kuman/Kıpçak yerleşiminin daha geniş ve dağınık olduğu görülmektedir. Mesela aşağıda Menderes vadisi ve Frigya bölgesinde bulunan başka yer adları da tarihi kaynaklarda yer alan Kumanlara ait boy ve şahıs adlarıyla eşleşmektedir.
Afyon’da Kuman/Kıpçaklara Dair izler
Divitçioğlu günümüzde Batı Anadolu’daki Kumanların bakiyeleri ile ilgili tezinin harita üzerinde de gösterilebileceğini iddia ederek Manisa, Aydın, Afyon ve Kütahya sınırındaki bazı yer adlarına dikkat çeker: Kumartaş (Kuman), Eski Eymir (İmi>Emir>Eymür), Eylet, Tatar- mutat (Tatar soyu). Ayrıca Bayındır (Saruhan ve Aydın dolayı). Bu boylar içinde Kuman/Kıpçak, Eylet, Eymür, Tatar ve Bayundur boylarının hepsi Kimek federasyonundandır (Divitçioğlu 2006:51).
Yazarın Afyon’un kuzeyinde işaret ettiği yer adlarına baktığımızda Kumartaş (yeni ismi Erenler-Merkez-Afyon), Eski Eymir (İhsaniye), Eylet değil Eğret (yeni ismi Anıtkaya-Merkez-Afyon), Tatar- mutat değil Tatar-muhat (yeni ismi Erenköy-Altıntaş-Kütahya) köy ve kasabaları Kimek/Kuman/Kıpçak isimlerini taşımaktadır. Aynı zamanda bir Oğuz boyu olan Bayındır ismi ise batıda olduğu gibi Anadolu’nun hemen her bölgesine dağılmış yaklaşık yirmi sekiz yerleşim adında mevcuttur.
Kuman menşeli olabilecek yer adları sadece Afyon’un kuzeyinde değil batı ve güney batı bölgelerinde de görülmektedir. Başta tahrir defterleri olmak üzere Osmanlı dönemi kayıtlarında yer alan Afyon Karahisar’ın köyleri (Karazeybek 2001:196-201, 204) arasında yer alan
71
ve birçoğu günümüzde de kullanılan şu yer adları da Kuman isimleri taşımaktadır.
Ayrıca Afyon’da Kumanlara dair izler 1528-1530 tarihli muhasebe icmal defterlerindeki aşiret isimlerinde de görülmektedir. Mesela Kumanlara ait Çurtan boy adı, Çörteni-Çörtenlü Yörük cemaati
72
adıyla Kara Hisar-ı Sahip livasında Sandıklı kazasında kaydedilmiştir (Sakin 2006:376).
Sonuç
Tarihi kaynaklarda Anadolu’da görülen Kuman/Kıpçakların araştırılması, izlerinin incelemesi müşkülatlı ve çok yönlü bir çalışma konusudur. Yer adları elbette tek başına bir anlam ifade etmeyeceği gibi, Oğuz ve Kıpçak lehçeleri birbirlerine yakın ve asırlarca etkileşim içinde bulunmuş iki Türk lehçesi olup, bu isimlerden bazıları ortak kullanılan kelimeler de olabilir. Ancak Kumanların Anadolu dışında da kullanılmış boy, oymak, kişi ve yer adlarına ait pek çok kelimenin Batı Anadolu’da yer adı olarak bazı illerde yoğunlaşması dikkat çekicidir. Mesela Batı Anadolu’da Manisa ve Kütahya başta olmak üzere muhtelif illerde bu sayı artmakta ve diğer illerde de yer adı uyumluluğu görülmektedir. Yine Afyon örneğinde olduğu gibi bu tür isimler bir bölgede yoğunlaşmaktadır. Mesela Kuman menşeli isimler Afyon’da Sincanlı ve İhsaniye sınırları içinde Tokuşlar, Tazlar, Akdeğirmen (Kumarı), Anıtkaya (Eğret), Erenler (Kumartaş) gibi ortak bir bölgede yer almakta ve Kütahya Altıntaş’a doğru devam etmektedir.
Türkmenler ve Kumanlar, özetlenmeye çalışıldığı gibi Anadolu’da yaklaşık dokuz yüz yıllık zengin bir tarihin ortak mensupları olmuşlardır. Bu nedenle aralarındaki farklılıkları tespit etmek zorlaşmıştır. Bozulus Türkmenleri bu duruma bir örnek olarak gösterilebilir. Anadolu’nun doğusunda kurulan Akkoyunlu devletinin bakiyeleri olan ve Osmanlı döneminde batıya iskan edilen bu Türkmenlerin aşiret ve yerleşim isimlerinde de Kıpçak/Kuman boy adlarını taşıyanlar görülmektedir.
Anadolu’nun fethi sürecinde Türkmenler nüfus kesafetleri sayesinde Anadolu’ya gelen diğer Türk kavimleri üzerinde kültürel anlamda baskın olmuşlardır. Bu yüzden Anadolu’da Kuman/Kıpçak isimlerini taşıyan yerleşimlerin her birinin ağız, konuşma dili çalışmalarının yapılması, Osmanlı devri kayıtlarından şahıs ve aşiret isimlerinin tespiti, halk bilimi ve sosyal antropoloji çalışmalarıyla daha sağlıklı sonuçlar elde edilebilir.
Yimek boy adından erken İslâm kaynakları da bahsetmektedir. Yimek asıllı kimseler Abbasî Halifesinin gulâmları (memlûk) arasında bulunmuştur.
Kâşgarlı Mahmud, Divân-ı Lügati't-Türk'te;
"Rûm ülkesine en yakın olan boy Beçenek'dir; sonra Kıpçak, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay(Kayı), Yabaku, Tatar, Kırkız (Kırgız) gelir. Kırgızlar Çin ülkesine yakındırlar.".[1] tüm Türk boy ve oymakların yaşam alanları tanımlanır.
Ayrıca;
"Çomul boyunun kendilerinden bulunduğu çöl halkı ayrı bir dile sahiptir, Türkçeyi iyi bilirler. Kay, Yabaku, Tatar, Basmıl boyları da böyledir. Her boyun ayrı bir ağzı vardır; bununla beraber Türkçeyi de iyi konuşurlar. Kırgız, Kıpçak, Oğuz, Toxsı (Tukhs)[2], Yağma, Çiğil, Uğrak, Çaruk boylarının öztürkçe olarak yalnız bir dilleri vardır. Yemeklerle Başgırtların dilleri bunlara yakındır. .... Dillerin en yeğnisi Oğuzların, en doğrusu da Toxsi ile Yağmaların dilidir."[3]
"آرتِس Ertiş" "Yemek" kırlarında bulunan bir ırmağın adı........"[4] ve ".... Bunun gibi Çiğiller ve başka Türklerce ﺫ (Dhāl) olarak söylenen bu harfi "Rus" ve "Rum" ülkelerine kadar uzanan Bulgar, Suvar, Yemek, Kıfçak boyları, hep birden (ز z ) olarak söylerler. Öbür Türkler "ayak"a "اَذَق adhak ", bunlar "اَزَق azak " derler."[5] gibi Türk boy ve oymakların dilleri hakkında bilgi verilir.
Notlar
- Toner Türkçe bir kelimedir. Hun Türklerine ait bir gelenektir. Ton-eri'de denir. Koguryolular Hun Türklerin'den Kurgan kültürünü almışlardır.
- Comutatus geleneği Romalılara aittir. Koguryolular Mançurya'dan ayrıldıklarında İskender ordularından Balık Pulu taktiğini öğrenmişlerdir.
Ayrıca Bakınız
- TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ Yayınları : 39 Seri : 3 - Sayı: A11 / ANKARA 1971 / Ay Yıldız Matbaası A.Ş / Tarihte Türklük / Prof. Dr. László Rásonyi
- Sencer Divitçioğlu / Sekiz Türk Boyu Üzerine Bazı Gözlemler.
- TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ Yayınları : 39 Seri : 3 - Sayı: A11 / ANKARA 1971 / Ay Yıldız Matbaası A.Ş / Tarihte Türklük / Prof. Dr. László Rásonyi sayfa 137 / Kumanlar.
- TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ Yayınları : 39 Seri : 3 - Sayı: A11 / ANKARA 1971 / Ay Yıldız Matbaası A.Ş / Tarihte Türklük / Prof. Dr. László Rásonyi sayfa 138 / Kumanlar.
- ANNA KOMNENA (1996). Alexiad, (Çeviren: Bilge Umar), İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
- AYÖNÜ Yusuf (2010). “İznik İmparatorluğu Ordusu”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXV (1): 39-53.
- AYÖNÜ Yusuf (2012). “Batı Anadolu’daki Türk Yayılışına Karşı Bizans İmparatorluğu’nun Kuman-Alan Topluluklarını Balkanlardan Anadolu’ya Nakletmesi”, Belleten, LXXXVI (276): 403-418.
- BANG W.-G.R. Rahmeti (1970). Oğuz Kağan Destanı, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
- CHRYSOSTOMIDES Julian, “The Byzantine Empire from the elevent to the fifteenth century”, The Cambridge History of Turkey, I, Cambridge: Cambridge University Press: 6-50.
- ÇİFTÇİ Cafer (2002). “XIV. Yüzyılda Anadolu’da Uç Beyliklerinin Siyasî ve İktisadî Faaliyetleri”, Türkler, VII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları: 393-406.
- DEMİRKENT Işın (1981). “1071 Malazgirt Savaşına Kadar Bizans’ın Askerî ve Siyasî Durumu”, Tarih Dergisi, (33):133-146.
- DİVİTÇİOĞLU Sencer (2006). Orta-Asya Türk Tarihi Üzerine Altı Çalışma, Ankara: İmge Kitabevi.
- GEORGIOS AKROPOLITES (2008). Vekayinâme, (Çeviren: Bilge Umar), İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
- GÖKBEL Ahmet (2002). “Kıpçaklar/Kumanlar”, Türkler, II, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları: 729-756.
- HACIGÖKMEN Mehmet Ali (2011). “Türkiye Selçukluları Zamanında Konya’nın Devlet Merkezi Oluşu”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (29): 231-260.
- IONNES ZONARAS (2008). Tarihlerin Özeti, (Çeviren: Bilge Umar), İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
- IOANNES KINNAMOS (2001). Ioannes Kinnamos’un Historia’sı (1118-1176), (Yayına Hazırlayan: Işın Demirkent), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları
- İBN BİBİ (1996). El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Name), II, (Hazırlayan: Mürsel Öztürk), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
- İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (1978). Türkiye Mülkî İdare Bölümleri Belediyeler Köyler 1 Ağustos 1977 Durumu, Ankara: İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü, Seri: II, Sayı:5.
- KARAZEYBEK Mustafa (2001). “Osmanlılar Döneminde İdarî Yapı”, Afyonkarahisar Kütüğü, I, Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları: 185-210.
- KERÎMÜDDİN MAHMUD-İ AKSARAYÎ (2000). Müsâmeretü’l- Ahbâr, (Çeviren: Mürsel Öztürk), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- KIRZIOĞLU Fahrettin (1992). Yukarı-Kür ve Çoruk Boyları’nda Kıpçaklar, Ankara: Tarih Kurumu Yayınları.
- KOCA Salim (2008). “Diyâr-ı Rûm’un (Roma Ülkesi=Anadolu) “Türkiye” Hâline Gelmesinde Türk Kültürünün Rolü”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (23): 1-53.
- KURAT Akdes Nimet (1992). IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara: Murat Kitabevi.
- MİKHAEL ATTALEIATES (2008). Tarih, (Çeviren: Bilge Umar), İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
- NIKEPHOROS BRYENNIOS (2008). Tarihin Özü, (Çeviren: Bilge Umar), İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
- NİKETAS KHONİATES (1995). Historia, (Çeviren: Fikret Işıltan), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- OSTROGORSKY Georg (2011). Bizans Devleti Tarihi, (Türkçeye çeviren: Prof. Dr. Fikret Işıltan), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- ÖZCAN Koray (2006). “Anadolu’da Selçuklu Dönemi İdare Sisteminin Mekânsal Örgütlenmeleri: Selçuklu İdarî Birim Organizasyonları (ve Evrimi)”, Bilig, (36): 201-226.
- ÖZTURK Yücel (2012). “Timar-Thema Teriminin Ortaya Çıkması, Bizans Uygulaması ve Osmanlı ile Mukayesesi”, OTAM, (31): 157208.
- RASONYI Laszlo (1996). Tarihte Türklük, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
- SAKİN Orhan (2006). Anadolu’da Türkmenler ve Yörükler, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
- SEVİM Ali (1988). Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- SEVİM Ali (1990). Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- SEVİN Veli (2001). Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları
- SUMER Faruk-Ali Sevim (1988). İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- SUMER Faruk (1999), Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.
- ŞEŞEN Ramazan (2001). İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- TOĞAN A. Zeki Velidî (1982). Oğuz Destanı, İstanbul: Enderun Kitabevi.
- TURAN Osman (1965). Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
- TURAN Osman (1996). Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
- URFALI MATEOS (2000). Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), (Türkçeye çeviren: Hrant D. Andreasyan), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları
- VASARY İstvan (2008). Kumanlar ve Tatarlar, (Çeviren: Ali Cevat Akkoyunlu), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
- WITTEK Paul (1986). Menteşe Beyliği, (Türkçeye çeviren: O.Ş. Gökyay), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- YÜCEL Muallâ Uydu (2002). “Kuman-Kıpçaklarda Toplum ve Kültür Hayatı”, Türkler, III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları: 191-195.
- ^ Atalay, Besim (2006). Divanü Lügati't - Türk. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. ISBN 975-16-0405-2, Cilt I, sayfa 28.
- ^ http://www.kroraina.com/hudud/index.html Hudud al-'Alam, The Regions of the World.
- ^ Atalay, Besim (2006). Divanü Lügati't - Türk. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. ISBN 975-16-0405-2, Cilt I, sayfa 30.
- ^ Atalay, Besim (2006). Divanü Lügati't - Türk. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. ISBN 975-16-0405-2, Cilt I, sayfa 97.
- ^ Atalay, Besim (2006). Divanü Lügati't - Türk. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. ISBN 975-16-0405-2, Cilt I, sayfa 32.